Bende unuttuğun son parçan. |
Gözyaşlarım yer çekimine karşı koymak için elinden geleni yapmıştı. Milyonlarca kez dinlediğim şarkılarda karşıma çıkan yabancı hisler bıçak gibi kesiyordu her yanımı. Ve yüküm elimdeki valizden daha ağırdı. Gözyaşlarımı tutmak adına biraz daha çabalasam genzimden süzülecek, zehir gibi yakacaktı boğazımı.. Parçalı bulutlu yalnızlıklardan değil de bıçak gibi kesen yalnızlığın anlaşıldığı anlardan birindeydim.
O kadar çok hayalini kurmuştum ki bazı şeylerin, yaşasam bu kadar mutlu etmeyecekti. Hayallerde daha samimi, hayallerde daha ayrıntılı yaşamıştım hepsini. Daha da önemlisi hayallerde zaman benim kontrolümdeydi ve senin içinde olduğun her anı yavaş yavaş yaşıyordum. Mesela sana dakikalarca değil günlerce sarılıyordum. Sesin sensizlikten kalan son hatıra gibi kulaklarımın yanı başında kendi anarşisini ilan ediyor ve bulduğu her sessizlikte ismimi söyleyişinle karşıma geçiyordu.
İsmini silebilirdim, sarı saçlarını siyah beyaz yalnızlığıma katar kendi tükenişimde harcayabilirdim fakat sesin? Sesin bende kalan son parçandı ve “insan sevdiği sesi unutamaz” cümlesini sarf ederken bu kadar haklı olduğumu bilsem sana sıkı sıkıya sarılır “beni bırakma” diye yalvarırdım. Daha ıslanamadığımız çok yağmur, peşimde koşamadığımız çok özgürlük, keşfedemediğimiz onlarca cadde vardı. Yaşlanacaktık, birlikte. Yanı başımda yaşlanacaktın. Hasta olduğun zamanlar olacak ve senin için yemek yapmayı öğrenecektim. Beğenmesen de beğendim diyeceğini adım gibi bildiğim halde ısrarla soracaktım. Cadde bir üstünde evimiz olacaktı, hatırladın mı? Belki kadıköy’de, belki caddebostanda. Mutlaka bir balkonu olacaktı. Küçük olsa da olurdu ama sabah kahvaltılarını orada yapacaktık. Deniz görmesi şart değildi, üst kat seviyordun sen, üst kat olması yeterliydi. sabahları telefonun alarmıyla değil de sesinle uyanmak isterdim. Bunu adın gibi bildiğin için sıcaklığın tenime bulaşacak, sesin uykulu sesime karışacaktı. Ellerini avuçlarımı alıp saklayacaktım, ısıtacaktım. Uzun hayaller kuracak, balkona çıktığında üşürsen belinden sırtına kadar seni saracaktı bedenim. Hatırladın mı, yazın adaya gidecektik. Ada vapurunda sarılıp martıları göz ucuyla takip ederken uyuya kalırdık. Hayallerime en çok sen yakışıyorsun. Fakat senin de hayalden pek farkın kalmadı.
En çok hayalini kurduğum fotoğraf karesini bugün sensizliği iliklerime kadar hissederken yaşayınca hangi sözcükle hangi cümleyi kursam bilemedim. İğneden ipliğe, tırnak diplerime kadar acıya boğuldum. Sustum. Uzun uzun sustum. “İstanbul gibi sev beni” dediğin anı hatırladım, taksimin orta yerinde yalnızlığın iplerini koparıp yakama yapıştığı an gelip çattı. Gözyaşlarım daha fazla yer çekimine karşı koyamadı. Önce yanaklarıma sonra kaldırımlara…
Ellerimin arasında avuçlarının yokluğu sırılsıklam etti yanaklarımı. Sol yanımı pencereye yaslamaktan çekindim, buz gibi kaldı omzum. Ellerimle başını tutup göğsüme sıkıca bastırıp ağlamakla bir ses tonuyla “özledim” diyebilmek için her şeyimi vermeye hazırdım. Karşılık versen de duyamazdım. Bir erkeğin ağladığı zaman dilimine şahitlik edeceğinden karşılık veremezdin sanırım. Ses tonunu duysam da yeterdi, cümlelerini anlamama lüzum yok. Sesin diyorum, sesin. Bende kalan son parçan.
İskelelerin turnikeleri sustuğunda, sıradaki her uçağın kapı numarasının anonsu terminali doldurduğunda, hep seni aradı gözlerim. Olur ya, gelmeyeceğini bildiğin insanları arar gözlerin bazen. Alışkanlıktandı benimkisi de. Gelmeyeceğini ismim gibi biliyordum yoksa neden yakama yapışacaktı ardımda kalan şehrin caddeleri? Her şeye alışıyorum da, bir tek sesinin eksikliğine alışamıyorum. Sesin diyorum, sesin! Bende kalan son parçan.
0 yorum:
Yorum Gönder